12 Eylül Davasının Önemi Ve Gösterdikleri

12 Eylül darbesinin, yapanları ve yapılanlarıyla yargı önüne çıkarılması, Türkiye için gerçek bir dönüm noktasıdır.

Kim ne derse desin; bunun sembolik anlamı bile, yakın tarihimizin en önemli sayfalarındaki yerini almıştır.

12 Eylül yargılaması, sadece tarihsel değeri değil, bu ülkede kimlerin gerçekten demokrasi, özgürlük ve insan hakları konusunda samimi bir tavır içinde olup olmadığını göstermek bakımından da tam bir turnusol işlevi görüyor.

12 Eylül darbesine yargı yolunu açan anayasa değişiklik referandumunda “12 Eylülün yargılanması hayaldir, milleti kandırıyorlar” diyenler, şimdi davaya müdahil olmak aşamasına geçtiler. Ancak bu halleri, onların demokrasi açısından daha sağlıklı düşünmeye başladıklarının bir göstergesi olamıyor maalesef. Millet karşısında düştükleri çaresizliğin ve komikliğin bir yansıması oluyor sadece. Çünkü maalesef hala düşüncelerinde samimi anlamda bir demokrasi ve milli iradeye saygı bilinci oluşmuş değil.

 

Nitekim bir yandan davaya müdahil olarak güya darbelere karşıymış gibi bir izlenim uyandırmaya çalışıyorlar, bir yandan da hem davayı sulandırmak, hem tarihi önemini azaltmak, hem de tarihin AK Parti hükümeti döneminde yazılmasına olan kıskançlık ve öfkelerini bastırmak için, yandaş medyalarıyla birlikte AK Parti aleyhine inanılmaz bir saptırma ve karalama kampanyası yürütüyorlar.

 

Vicdanları o kadar körelmiş ki  “Bu dönemin de 12 Eylülden farkı yok. Şu anda da darbe dönemi yaşıyoruz. 12 Eylül’de askeri darbe vardı, şimdi de sivil darbe var. Hatta bu darbe ondan daha da kötü” diyecek kadar, insaftan, utanmadan, sıkılmadan ve hakkaniyetten uzak olabiliyorlar.

 

Çünkü CHP ve o zihniyettekilerin hiçbir zaman demokrasi diye bir dertleri olmadı.

Bilakis demokrasiyi, bu millete asla yaşatılmaması gereken, kendi bürokratik oligarşileri için en büyük tehdit olarak gördüler. Demokrasiyi hep bürokratik seçkinlerin “gerektiği zaman ve gerektiği miktarda millete vereceği” bir “lütuf” olarak gördüler.

 

Çünkü bu halk onlara göre cahildi, gericiydi. Bu millete demokrasi verilirse Menderes, Özal, Erdoğan gibi gericileri seçiyordu! O yüzden de sürekli vesayetçi odaklarla açık veya örtülü bir işbirliği içinde oldular.

Bakmayın siz “sol çevreleri de ezdi” diyerek 12 Eylül darbesine karşı olmalarına.

CHP ve o zihniyetin her kesimden yandaşları, hiçbir zaman darbelere karşı kökten ve ilkeli bir itiraz içinde olmadılar.

 

Onlara göre darbelerin iyisi vardır, kötüsü vardır.

Mesela 12 Eylül kötüdür ama 27 Mayıs çok güzel bir darbedir.

 

Hatta 27 Mayıs’a darbe bile demez, “devrim” derler.

12 Eylül kötüdür ama 12 Mart, eğer Madanoğlu’nun sol cuntası başarsaydı iyi olacak, Türkiye, kim bilir belki de bir oldu bittiyle Baasçı bir sosyalizme ulaşabilecekti.

 

12 Eylül kötüdür ama 28 Şubat güzeldir, çünkü gericilere karşı yapılmıştır.

 

Kimseyi kandıramazlar.

Milletimiz çok iyi biliyor ki;

CHP her zaman darbeleri savunmuştur.

 

27 Mayıs öncesi CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü, “Şartlar olgunlaşmışsa darbe elbette meşru bir hak olur” derken, 28 Şubat sürecinde CHP’nin Genel Başkanı Baykal, o dönemin meşru hükümetini alaşağı eden çevreleri mazur ve meşru göstermek için  “Ne var canım, TSK bir sivil toplum kuruluşu gibi çalışmıştır” diyebilmiştir.

 

Kılıçdaroğlu CHP’sinin durumunu zaten biliyoruz. Değişim boyalarını azıcık kazıdığımızda karşımıza hep Ergenekon çıktı. CHP yöneticisi Süheyl Batum’un darbeyi başaramayan askerlere sitem ederek “Meğer TSK kağıttan bir kaplanmış” diye iç geçirmesinin üzerinden daha kaç ay geçti ki!

 

Bu yargı süreci sadece CHP için değil, son dönemlerde CHP zihniyetinin akıl hocası gibi çalışan Süleyman Demirel’in gerçek misyonunu göstermek açısından da bir turnusol oldu.

 

Ömrü boyunca rahmetli Menderes’in darbeye maruz kalmasının siyasi rantını yiyen Demirel, “Niye bu davaya müdahil olmuyorsunuz” diye soranlara “Ben 12 Eylülle meydanlarda hesaplaştım, Başbakan oldum. O defter kapandı” diyor.

 

Sanki 12 Eylül, sadece onun zatından, sadece onun kişisel hesabından ibaretmiş gibi.

 

Sanki o kadar yanmış yüreğin, o kadar söndürülmüş ocağın hiçbir değeri yokmuş gibi.

Onlar ne derse desinler…

Yandaş medyaları ne yazarlarsa yazsınlar…

AK Parti’ye beraber Türkiye’de tarih yeniden yazılıyor. AK Partiyle beraber, kimin ne olup ne olmadığı çok daha berrak şekilde ortaya çıkıyor.

 

Ve Türkiye, hiç olmadığı kadar aydınlık bir yolda, demokrasi, özgürlük ve refahı katlanarak artan bir geleceğe doğru emin adımlarla yürüyor.