Bu Muhalefet Dili Değil, Sadece Nefretin Dili

Demokratik siyasette farklı düşüncelerin olması doğal, hatta doğaldan da öte bir gerekliliktir. Çünkü her insan ayrı bir dünya, ayrı bir evrendir.

İnsanların elbette ilkesel düzeyde doğruluğundan kuşku duymadıkları ortak değerleri vardır ama bu değerler ışığında hayatı anlamlandırırken bile çok çeşitli yaklaşım biçimleri ortaya çıkar.

Toplumsal hayatta en iyiye ulaşmak, ancak farklı düşüncelerin olması ve bu düşüncelerin birbiriyle rekabetini mümkün kılan bir ortamın varlığıyla gerçekleşir.

Biz şu anda AK Parti çatısı altında siyaset yapanlar olarak farklı anlayış ve düşüncelerin değerini ve önemini en iyi bilenlerdeniz.

Çünkü başta Genel Başkanımız olmak üzere AK Parti davasına gönül vermiş insanlar, geçmişte yasakçı, dışlayıcı, despotik, tektipçi ve statükocu zihniyetin yaşattığı acılarla bugünlere geldiler.

Esasen, AK Parti’nin daha kuruluşunda “kırmızı çizgilerimiz” diyerek altını çizdiği “etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe hayır” söylemi de, böylesine derin bir duyarlılığın ürünüdür.

İktidara geldiğimiz günden bu yana, Cumhuriyet tarihimizin en büyük demokratik reformlarını hayata geçirme ve özgürlükleri genişletme noktasında yaptıklarımız da ortadadır.

Halen de “yeni ve kapsamlı bir demokratikleşme paketi” üzerindeki çalışmalarda son aşamaya gelinmiştir.Ve herkes biliyor ki, demokrasi ve özgürlükler adına yapılan tüm bu çalışmaların hem lideri, hem en büyük itici gücü Genel Başkanımız ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Onun kararlılığı, onun duyarlılığı, onun millet sevdası olmasaydı, bu kadar kısa sürede bu kadar büyük değişimlerin yaşanması söz konusu olamazdı.

Tüm bunlar açık bir gerçek iken, özelde Başbakanımız genelde AK Parti üzerinden yapılan “Özgürlük yok, farklı düşünenlere tahammül yok, muhalif düşünceler susturuluyor, ülkede diktatörlük var” türünden propagandaların bildik siyaset paradigmalarıyla izahı mümkün değildir.

Kaldı ki, farklı düşünceleri ifade etme maskesiyle geliştirilen dile bakarsanız, bunun fikri çeşitliliğin değil sadece ilkel bir nefretin dili olduğunu görürsünüz.

Elbette demokratik siyasetin gereği olup o doğrultudaki eleştirilerden hiçbir yakınmamız yok ve olamaz ancak belli kesimlerin gerek konuşmalarında, gerek yazılı ve görsel medyada kullandığı nefret dilini de kimse “farklı düşünce” diye yüceltemez.

Gayet açık bir gerçek;

Belli kesimler bu ülkenin siyasi iktidarına karşı bir nefret içindeler.

Aynı şekilde bu ülkenin polisine karşı bir nefret içindeler. Bu ülkenin başörtülü kadınlarına karşı bir nefret içindeler. Millete ve milletin değerlerine karşı nefretle dolular. Demokrasiden, özgürlükten ve sandıktan nefret ediyorlar.

Bu ülkenin kendileri gibi düşünmeyen insanlarından, onların dükkânlarından, otomobillerinden, cam ve çerçevelerinden nefret ediyorlar.

Kamu araçlarından, belediye otobüslerinden, köprülerden, havaalanlarından, otoyollardan nefret ediyorlar. Hatta ülkelerinden bile nefret ediyorlar.

Düşünün ki AK Parti’nin sağlık reformu AB içinde büyük takdir toplamış, sağlık turizmi oluşmuş, Avrupa’da çeşitli heyetler bu başarıyı incelemek üzere Türkiye’ye geliyor, bu zihniyetin egemenliğindeki sözde meslek odaları ise sağlıkta ne kadar “kötü” durumda olduğumuzu anlatarak adamların kafasını karıştırıyor, ülkelerine ihanet etmekten çekinmiyorlar.

Sürekli sorumsuz ve yalan haberler üreterek bir iç savaş ve kardeş kavgası çıkartmaya çalışıyorlar. Bu kesimlerin gazetelerine, televizyonlarına, sözcülerine, kanaat önderlerine, sosyal medya aktivitelerine, gazetelerde haberlerin altına yazdıkları yorumlara vs bakın;

Hepsinde de farklı bir düşüncenin değil, aynileşmiş bir nefretin dilini göreceksiniz. Özgürlükmüş, yaşam biçimiymiş hepsi maske… Bunların asıl rahatsızlığı ötekinin varlığıdır!

Biz bu dile prim de vermeyiz, teslim de olmayız. Kadim bir medeniyetin mirası olan bu ülkede sevginin, merhametin, kardeşliğin ve yaratandan ötürü yaratılanı hoş görmenin dili vardır. Bu ülke dilinin temel belirleyicisi bunlardır. Nefretin dili asla olmayacaktır.