Erdoğan’la Olmak Milletle Olmaktır

Yazımıza bir tespitle başlayalım:

Milletlerin tarihinde, milletlerin kaderiyle özdeşleşmiş büyük liderler vardır.

Recep Tayyip Erdoğan, hiç kuşkusuz Türkiye’nin çok partili siyasi yaşamı içinde bu tür liderlerin en başında gelir.

 

Gerçekten de daha önce hiçbir siyasi parti lideri ülkesinin kaderi üzerinde bu kadar hayati bir önem taşımamış, milletince bu kadar çok sevilmemiş, bu kadar çok siyasi desteğe sahip olamamıştır.

Siyasi rakipleri bu gerçeğin farkında oldukları için, her seçimde bütün kampanyalarını Erdoğan üzerinde yoğunlaştırmış, her türlü ahlak dışı yol ve yönteme başvurarak onu milletin gözünden düşürmeye, zayıflatmaya, itibarsızlaştırmaya çalışmışlardır.

Zaman zaman, “AK Parti’ye bir lafımız yok ama Erdoğan olmasın, Erdoğan sert konuşuyor, Erdoğan uzlaşmacı değil” türünden söylemlerle, liderlerimizle partisinin arasını açmak için kendilerince kurnaz ve sinsi yöntemlere de başvurmuşlardır.

Oysa, 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimleri de bir kere daha göstermiştir ki;

Recep Tayyip Erdoğan’ın milletimiz nezdindeki kişisel oyu, partisinin oyunun çok üstündedir.

 

Siz bakmayın malum çevrelerin “Efendim sandığa katılım düşük oldu, yoksa Erdoğan bu kadar oy alamazdı” demelerine.

Eğer gerçekten sandığa katılım çok daha yüksek olsaydı, bazı vatandaşlarımız “Nasılsa Erdoğan rahat kazanır” rehavetinde olmasalardı, YSK’nın yurt dışında oy kullanacaklar için zorlayıcı yaklaşımları olmasaydı, Erdoğan’ın alacağı oy da yüzde 52’nin çok çok üstünde olurdu!

Bu durum elbette tesadüfen ortaya çıkmadı.

Bu durum sadece Erdoğan’ın 12 yıllık Başbakanlığı döneminde bu ülkeye yaptığı hizmetlerle de ifade edilemez.

Bu durumun en önemli sebebi, Erdoğan’ın devlet karşısında sürekli örselenip nesneleştirilen bir milleti, tüm engellemelere, oyunlara, tuzaklara, kumpaslara, tehdit ve şantajlara rağmen asla korkmadan, geri adım atmadan ve bütün görkemiyle ayağa kaldırıp egemenliğin tek meşru kaynağı olarak görmesi, ne yaparsa o doğrultuda yapması, kısacası milletle kurduğu o sarsılmaz gönül bağıdır.

 

Malum çevreler, bunu bildikleri için, yeni dönemde Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında gerilimli, çatışmacı ve huzursuzluk dolu süreçler yaşanması için yeni tahrik, teşvik ve kampanyalara başlamış bulunuyorlar.

Örneğin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Kukla Başbakan dönemi başladı” diyerek kendince işaret fişeğini çakıyor.

Malum medyanın kalemşorları “Bakalım Davutoğlu nasıl bir çizgi izleyecek? Erdoğan’ın yörüngesine mi hapsolacak, yoksa kişilikli bir Başbakan mı olacak?” türünden yazılarla yeni döneme dair hayal ve heveslerini ortaya koyuyorlar.

Amaçları bir kere daha Erdoğan’la milletin arasına mesafe koymaya çalışmak.

Biz de diyoruz ki;

Bunu bu zamana kadar başaramadınız, bundan sonra da başaramayacaksınız!

Başta Davutoğlu olmak üzere AK Parti’deki herkes şu gerçeği bir şuur seviyesinde özümsemiştir:

Erdoğan’la olmak, milletle olmaktır.

Nitekim Davutoğlu, çok daha önceden yeni dönemde muhtemel Başbakanın nasıl olması gerektiğini tanımlarken şöyle demişti:

“Silik biri olması gerekmiyor. Problem çıkaran biri olması da.”

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu ve onun gibi düşünenler boşuna hayal kurmasın.

Yeni Başbakanımız kukla olmayacak kadar kişilikli, Erdoğan’la olmanın milletle olmak demek olduğunu bilecek kadar da şuurlu olacaktır.

Bu kadar net!