Mesele Gayet Nettir

Önce bir tespitte bulunalım: AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 seçimleri öncesinde ülkenin neredeyse bütün bankaları hortumlanıp boşaltılmıştı.

Yurdun dört bir yanında birçok evladımızı teröre kurban veriyorduk.

Faili meçhul cinayetler sürüp gidiyordu.

Şehit cenazeleri rutine dönmüştü.

Hastanelerimiz, insanların rehin kaldığı perişanlık yuvalarına dönmüştü.

Sosyal güvenlik sistemi felç olmuştu.

Önüne ikna odaları kurulan üniversiteler kışlaya çevrilmişti.

İşsizlik diz boyu, IMF’ye borç gırtlakta, ihracatımız yerlerde sürünüyordu.

Yüksek faiz ve enflasyon alıp başını gitmişti.

MGK toplantıları, Bakanlar Kurulu’ndan daha çok ilgi çekiyordu.

Medya hükümet pazarlıkları yapıyor, istenmeyen kişi veya çevreler medyatik linçe tabi tutuluyordu.

Kürtçe propaganda yasaktı, Kürtçe eğitim, yayıncılık yasaktı.

Bırakın Taksim’de miting yapmayı, 1 Mayıs’ın kendisi illegaldi.

Gazeteler, partiler kapatılıyor, siyasetçiler, köşe yazarları hapse giriyor, yayıncılar, düşünce adamları, sanatçılar mahkemeden mahkemeye koşuyorlardı.

 

Şimdi ikinci ve çok önemli bir tespitte daha bulunalım:

Ancak...

Ne hikmetse, bugün yeri göğü inletenlerden hiç biri “diktatörlükten” söz etmiyordu.

Kimse “basın özgürlüğü” diye dış mahfillerde lobicilik yapmıyordu.

Kimse “Yaptırmayız, ettirmeyiz, engelleriz” diye sokaklara dökülmüyordu.

Son tespitimize geçmeden önce sıklıkla başvurulan bir yalana dikkat çekelim.

Kendilerini akıllı, milleti ise aptal sananlar diyorlar ki;

“Efendim, AK Partinin ilk 10 yıllık iktidarında bu olaylar var mıydı! AK Parti gitgide tek adamlığa döndü, ülkeyi otoriter bir rejime sürükledi. Bazı olaylar da bundan çıkıyor!”

Bu, kelimenin tam anlamıyla sinsi bir yalan, bilinçli bir saptırma ve açık bir hezeyandır. Çünkü bugün yapılamaya çalışılanlar, AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden itibaren başlatılan karanlık oyun ve kampanyaların sadece son halkasıdır. Milleti o kadar mı unutkan ve saf zannediyorlar!

Sarıkızlar, Ayışıkları, Ergenekonlar, Balyozlar neydi?

Danıştay cinayetleri neydi? Mahalle baskısı, Malezyalılaşma vb suni gündemler neydi?

367 şaklabanlığı neydi?

Kapatma davası neydi?

27 Nisan e-muhtırası neydi?

“Genç subaylar rahatsız” manşetleri neydi?

“411 el kaosa kalktı” hezeyanları neydi?

 “Ordu göreve” pankartları eşliğinde yapılan Cumhuriyet mitingleri neydi?

Tüm bunlar birer birer boşa çıkarılıp millet her seçimde AK Parti’ye olan teveccühünü daha da sağlam bir iradeye dönüştürünce, bu sefer yeni argümanlar ve yeni yöntemler devreye sokuldu.

 

 

O bildiğimiz ve bir kısmını yukarıda saydığımız zincirin bir halkası olarak;

Tek adam tartışmaları budur.

Gezi kışkırtması budur.

17 Aralık operasyonu budur.

Yurt dışında Türkiye ve AK Parti aleyhine düzenlenen lobi faaliyetleri vardır.

Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde çeşitli çatışma senaryolarını sahnelemek için sokakları kışkırtmaya çalışmaları budur.

Son tespitimiz de tüm bu olanların nedenini söylemekten ibaret aslında:

Mesele, malum çevrelerin sandıktan umutlarını kesmeleridir.

Mesele, milletin iradesinden umutsuz olmaktır.

Mesele ağaç, yolsuzluk, demokrasi isteği, özgürlük talebi olmadığı gibi, Recep Tayyip Erdoğan da değildir.

Mesele millettir.

Mesele milletin iradesi, milletin değerleridir.

Bu kadar net!